top of page
Yazarın fotoğrafıSpil'in Çocukları

Milli Mücadelede Manisa

“Manisa 1410 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından alınana kadar beylik olarak yönetildi. Bu dönemde Saruhan Bey, Fahrettin İlyas Bey, İshak Çelebi ve Hızır Şah beylik yapmışlardı. Saruhan Beyliği Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine alındıktan sonra Manisa Şehri Şehzadeler Sancağı yapıldı.” 1836 yılına kadar Anadolu Eyaletine bağlı Saruhan Sancağı şeklinde idari yapılanması vardı. Saruhan/Manisa sancağı merkezi İzmir’de olan Aydın Vilayetine bağlıdır. 24 Ekim 1926 tarihinde merkezi Manisa’da olan Saruhan ilinin adı özellikle haberleşmede kolaylık sağlanması için Manisa olarak değiştirilmiştir. Saruhan halen Manisa’nın ilçesidir.


19. yüzyıla gelinceye kadar Manisa İzmir’den daha fazla ekonomik bir güce sahiptir. Bunda Şehzadeler Şehri olması en büyük etkendir. Daha sonraki dönemde ekonomik gücünü İzmir karşısında kaybetmiştir. İkinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İzmir’in ticaret hacmi genişlemiştir. İzmir civarında azınlıkları konusunda ortaya çıkan asayiş sorunlarından Manisa da etkilenmiştir. İzmir ve civarında ortaya çıkan ilk büyük eşkıya Kaptan Aleko Manisalıdır. Kaptan Aleko, İzmir’de ortaya çıkan ilk büyük Rum/Yunan çetesidir. “Manisa’nın Hacı Haliller Köyü’nden olan ve bir öldürme olayı nedeniyle Yunanistan’a kaçmış bulunan Kaptan Aleko, 1911 Kasım’ında vilayete dönmüştü. Yanına iki Bulgar ve Manisa’da ekmekçilik yaptığını söyleyen biri Goloslu, diğeri Giritli olan Rumları alarak çete kuran Aleko, Manisa’da Bakkalzede İbrahim Efendi’nin oğlu Nazif’i dağa kaldırarak, karşılığında 500 lira fidye istenmişti. Bunun üzerine Manisa Bölük Komutanı Agâh Bey, çetenin yakalanması için takibata başlamıştı. Kızılca köyünden Emin Ağa, Nif Kolcubaşısı Hüseyin bey tarafından yapılan araştırmalar ve yöre halkının yardımları sonucu, çetenin kılavuzu yakalanarak sorguya çekilmiş ve çetenin gizlendiği mağara belirlenmişti. Mağara önce, Ödemiş Seyyar Bölüğü Mülazım-ı evveli Mustafa Efendi ve Nif Takım Komutanı Mülazım Salih Efendi’nin müfrezelerince kuşatıldı. Sarıldığını anlayan Kaptan Aleko çetesiyle, müfrezeler arsında başlayan şiddetli çatışmadan bir süre sonra, Manisa Bölük Komutanı Agâh Bey de olay yerine geldi. Eşkıyanın içinde bulunduğu mağaranın çok sağlam olmasından ötürü altı saat kadar süren silahlı çatışmadan sonuç alınmayınca, mağara ağzında ateş yakılarak, mağaranın içine duman doldurulması üzerine, çete reisi Kaptan Aleko ile iki Bulgar ve bir Rum çeteci teslim olmuştu. Bakkalzade İbrahim Efendi’nin oğlunu öldüren diğer Rum çeteci ise, yaralı olarak kaçmıştı. Kaptan Aleko ve diğer Rum çeteci Petros, Manisa Ceza Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırıldı. Karar temyiz mahkemesince onaylanarak, irade-i seniye beklenmeye başlandı. Çete mensupları cezanın infazı için irade-i seniye çıkınca, 16 Haziran 1913 günü sabaha karşı, Manisa Hükümet Konağı Meydanı’nda asılarak idam olundular. İzmir İstinaf Savcısı Hüsnü Bey ile Polis Müdür Cemal Bey, infaz sırasında hazır bulundular.” Manisa’da 1918 yılında İstihlas-ı Vatan Cemiyeti/Vatanı Kurtarma Derneği kurulmuştur. “Kurucuları arasında Karaosmanzade Kani, Suriye eski Büyükelçisi Nuri, Dava vekili Abidin, Eczacı Rıza Beyler yer almışlardır. İstihlas-ı Vatan cemiyeti 17-19 Mart 1919 tarihleri arasında İzmir’de yapılan Müdafaa-i Hukuk büyük Kongresine katılmıştır. Kuruluş amacı; Yunan işgaline karşı Manisa’da gerekli önlemlerin alınmasıydı. Ancak Manisa Mutasarrıfı Hüsnü’nün bu derneğe karşı çıkardığı zorluklar nedeniyle istenilen amaca ulaşılamamıştır.”

Manisa’da işgalden önce Vali Nurettin Paşa’nın desteği ile “Cemiyeti İslamiye” isimli bir dernek kurulmuş ise de herhangi bir varlık gösterememiştir. Yine Manisalı yurtseverlerin eşleri tarafından “Manisa Türk Kadınları Cemiyet-i Umumiyesi” derneği de bir varlık gösteremeden kapanmıştır.

Manisa bölgesinde Milli Mücadele döneminde askerlik şube başkanları da diğer bölgelerde olduğu gibi önemli görevler üstlenmiştir. 1920 yılında bölgedeki askerlik şube başkanları şunlardır: “Soma Yüzbaşı Ali Şefik, Akhisar Binbaşı Osman Fevzi, Gediz Binbaşı Abdullah, Binbaşı Cemal, Alaşehir, vekaleten Kemaleddin, Bainbaşı Raşit, vekaleten Ali Galip, Demirci Mehmet Fahrettin, Gördes Yüzbaşı Mehmet kamil, Kasaba(Turgutlu) Kamil, Kula Binbaşı Ziya, Simav Binbaşı Abdülvahit, Eşme Mehmet Hilmi, Binbaşı Cevdet, Uşak Binbaşı Şevki, Murat, Sandıklı Şükrü, Hasan, Abdülkadir, Burdur Vecdet, Karhisar Şehab, Emirdağ/Aziziye Hasan, Ziyaeddin, Bolvadin Binbaşı Ali, Karaağaç Ziya, vekaleten Mehmet Ali, Yalvaç Rıfat, vekaleten Ali Fuat. Ilgın Rıfat, Kadınhanı İbrahim”

İzmir’in işgali sırasında Salihli Kaymakamı Hasan Tahsin (Bayatlı) idi. Niğde’nin ileri gelenlerinden bir aileye mensuptur. 1877 yılında Bor’da doğmuştur. Mülkiye mektebinden 1900 yılında mezun olmuştur. Kaymakam olarak otorite kuramayan Hasan Tahsin (Bayatlı), bölgede Kuvayi Milliye’yi örgütlemeye çalışan Miralay Bekir Sami(Günsav) Bey’le anlaşamamış, Salihli Mevki Komutanı tarafından da tehdit edilmiştir. Çerkez Ethem’le de anlaşamayan Hasan Tahsin (Bayatlı) Bey Salihli’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Yunan gazeteleri tarafından övülen, şehirde asılı olan Yunan bayraklarına ses çıkarmayan Kaymakam Hasan Tahsin’i daha sonraki yıllarda da Vali olarak görev yaptığını görüyoruz. Yorum okuyucunundur.

Kula Kaymakamı ise Mustafa Bey’dir. Mustafa Bey tarafsız bir idareci görünümünde Kulalı Rum/Yunanlılara ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyelerine karşı mücadele etmiştir. İttihat ve Terakki aleyhine yapılan propagandaları engelleyen Mustafa Bey, Kuvayi Milliye’nin oluşmasına katkı sunmuş, Miralay Bekir Sami (Günsav) Bey’in emirlerini de tereddütsüz yerine getirmiştir. Ancak, Kulalı Rum/Yunan ve Türklerden Kurulu bir kurulun Yunan Ordusunu davet etmeye gittiğini öğrenen Kaymakam Mustafa Bey, halkın olumsuz tutumunu da görünce Jandarma Komutanı ve Askerlik Şube Başkanı ile birlikte Kula’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Eşme’de Kaymakam Ahmet Şevki Bey’dir. Kuvayi Milliye’nin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Yunanlılar tarafından tutuklanmış ve İzmir’de hapishanede vefat etmiş, fazla bilinmeyen Milli Mücadele kahramanlarındandır. Eşme’de Kuvayi Milliye’nin oluşmasında Hacı Nazif Efendi ile Madanoğulları isimli iki köklü eşraf ailenin katkıları da çoktur. Padişah tarafından, işgale karşı çıkmayıp, İstanbul’a tam itaati sağlamak amacıyla Abdülhamit’in oğlu Şehzade Abdurrahim başkanlığında bir nasihat heyetini Anadolu’ya yollamıştı. Nasihat Heyeti, trenle 25 Nisan 1919 Cuma günü Manisa’ya geldi. Heyet, Manisa’yı Yunan ordusuna peşkeş çeken, tek kurşun atılmadan işgalini sağlayan ve Manisa’da bulunan silahların ve cephaneliğin geriye taşınmasını engelleyen, daha sonra Yunan ordusu ile kaçan Giritli Mutasarrıf Hüsnü (kimilerine göre Hüsnüyadis) başta olmak üzere büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. 26 Nisan Cumartesi günü Nasihat Heyeti İzmir’e geçti. İzmir’den Bandırma ve Afyon tarafına giden demiryollarını Fransız şirket çalıştırıyor ve demiryollarında da genelde Rumlar/Yunanlılar çalışıyordu. Bu demiryolu hatları Manisa’dan geçiyordu. Rayların onarılması ve korunması için Tunuslu Müslüman askerlerden oluşan bir Fransız birliği Manisa’ya gelmişti. Ayrıca Soma’daki kömür ocaklarına da bu birlik tarafından el konulmuştu. 18 Mayıs 1919 tarihinde Manisa’ya gelen Miralay Kazım (Özalp) Bey, Mutasarrıf Hüsnü Bey’in Milli Mücadele karşıtı olduğunu, Miralay Vasıf Bey’in de Manisa’yı terk etmek zorunda kaldığını öğrendi. Kazım Bey’de Manisa’yı terk etti, Akhisar’a gitti. Orada Miralay Bekir Sami (Günsav) Bey’le buluştu. İzmir’in işgali sırasında Kazım (Özalp) Bey izinli olarak İzmir’de bulunuyordu. İşgale karşı bir direniş örgütlemek yerine önce Menemen’e oradan Manisa’ya oradan da Akhisar’a gitmişti. Kazım Özalp’ın Akhisar civarlarında insanların onlara destek olmaması üzerine, Miralay Bekir Sami Bey’i orada bırakıp, trenle İstanbul’a kaçtığı görülmüştür.“Özetlediğim ümitsiz ortam nedeniyle beraberimdeki Miralay Kazım Bey, İstanbul’a trenle hareket edeceğini söyledi.” Kazım (Özalp) Bey’in çok cesur olmadığı, sıkıntıya pek gelemediği ve inisiyatif alma gibi bir derdi de bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Kazım Bey’in İstanbul’da görev alıp tekrar Balıkesir’e döndüğünü ve mücadeleye devam ettiğini de unutmamak gerekir. Mutasarrıf ve bazı işbirlikçiler sayesinde Manisa’nın Yunan askeri tarafında işgal edileceğini öğrenen Manisa Hapishanesinde gardiyanlık yapan bir kişi vardı. Makedonya-Serez doğumlu bu kişinin adı Parti Mehmet Pehlivandı. Hapishanede bulunan 37 mahkûmu silahlandırıp dağa çıktı. Önce Karaosmanoğlu Halit Bey’le sonra Akhisarlı Kuvayi Milliyecilerle birleşerek, Manisa Akhisar ve Tirkeş Harmandalı arasında cephe oluşturmuştur. 8 Temmuz 1919 tarihinde Halit Bey çatışmada şehit düşünce, yerini önce Ali Şefik Bey sonra Tirelizade İsmail Bahri Bey almıştır. Parti Pehlivan Gölmarmara-Akhisar-Manisa üçgeninde yaklaşık 1500 kişi ile Yunan ilerlemesini engellemeye çalışıyordu.


PARTİ PEHLİVAN

1878 yılında Serez’de doğmuştur. Mondros mütarekesi sırasında Manisa Cezaevi Başgardiyanıydı. Manisa’nın Yunan ordusu tarafından işgal edileceğini anlayınca cezaevinde bulunan 37 mahkumu silahlandırarak Milli Mücadeleye katıldı. Akhisar Tarafına gelen Parti Pehlivan ve arkadaşları Çerkez Ethem’e katılmıştır. Çerkez Ethem’in Yunana sığınması üzerine Usturumcalı Halil Efe ile birlikte Çerkez Ethem Kuvvetlerinden ayrılarak Yunan ordusu ile savaşmaya devam etti. Parti Pehlivan ve Usturumcalı Halil Efe kuvvetleri bir süre sonra akıncı müfrezelerine dönüştürülerek Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Beyin emrine verildi. Parti Pehlivan 11. Akıncı Müfrezeleri Komutanı olarak görev yaptı. Cephe gerisinde kalan Akıncı müfrezeleri düşmanla defalarca çarpıştılar. Bazı kaynaklara göre bu çarpışmalar sonucu düşmana 787 ölü, 151 yaralı, 137 hayvan, 2 hafif makineli tüfek, 190 esir bıraktırdığı söylenmektedir. Birçok köyleri ve kasabaları yağmadan ve yakılmaktan kurtardılar. Bulundukları çevrede asayişi korudular, eşkıyalığı önlediler. Bu mücadelede kendileri de yine bazı kaynaklara göre 21 şehit, 2 esir ve 22 yaralı verdiler. Başkomutanlık meydan muhaberesinin kazanılmasının akabinde 6 Eylül 1922 tarihinde Balıkesir’e giren akıncı müfrezelerinin içinde Parti Pehlivan Mehmet’te vardı. Milli Mücadelenin bu çeteci kahramanı 1941 yılında Manisa’da vefat etti. “AKHİSAR’DA TRAJEDİ…Parti Pehlivanın anlattıkları: Kayışlar köyü Yunan jandarma karakol komutanı ve bir gurup askerin, davet üzerine Akhisar’ı işgal etmeleri sinirleri çok bozmuştur. Çerkez Ethem burnundan solumaktadır., hükümet konağının önüne öyle bir hışımla gelirler ki, toz bulutundan göz gözü görmez olur… Ortam çok gerilmiştir. Çerkez Ethem adamlarına emir verir; ‘Kaymakamı alın!’ Kaymakam merdivenlerden indirilirken Çerkez Ethem atından inmeden bekliyor, hırsından şaplağını çizmelerine vurarak çizmelerinde şaklatıyordu; sonra arkasını dönerek üç adamını görevlendirdi: -Şu kopil gavur komutanını ‘halaskar gibi…’ karşılamaya giden Müslüman gavurlarını da getirin… -Bir masa üç sandalye bulun… bulundu. Sonra atından indi… Kaymakamlık binasının önünde, çınar ağacının gölgesindeki taş sekinin üzerine divan kuruldu. Karşılama kafilesine katılan on beş mümin kişi yakalanarak getirildi, içlerinde Akhisar Müftüsü de vardı. Rumların hepsi ortalıktan çekilmişti. Yalnız Rum’un biri fotoğraf çektirmek için getirildi. Oldukça kalabalık Müslüman ahali ise izleyici olarak toplanmıştı… Çerkez Ethem masanın üzerine çizgisiz sarı yapraklı tozlu bir defter koydu… Bizi de harp divanına almasın mı(!)? Ethem Ağa’nın boyu iki metre, önce Akhisar Kaymakamı’nı sorguladı. Ona tepeden bakıyordu, eliyle çenesinin ucundan kaldırarak gözlerine baktı. -Kaymakam… Sen hangi milletin kaymakamısın? Kaymakam titriyordu: -Osmanlı… Osmanlı tabii, ne diyeyim? E… -Osmanlı kaymakamı ha… Hizmetin Yunan’a. Kaymakam asıldı. Halktan bir alkış koptu… Eşraftan bir baş efendi: -Sen ne iş yaparsın efendi? -Ticaretle iştigal ederim… -Ticaretinde vatanı satmak da var mıdır? -Ben onlara uydum… ne bileyim? Eşraftan baş efendi asıldı ve halktan çok alkış geldi… Müftü Efendiye sıra gelince: -Biz hiçbir papaz görmedik ki, Müslüman’a müftüye temana etsin… Sen papazlara niçin temana ettin?… Müftü Efendi başını hiç kaldırmadı; yere bakıyordu, hiç cevap vermedi… O suçlu bulundu, asıldı, fakat bir sessizlik oldu. Bu idam için alkış olmadı… Çerkez Ethem, sırada korkuyla bekleyenlere dönerek baktı, onlara sordu: -Bir daha yapar mısınız? -Hayıııır! -İyi… hadi gidin… Parti Pehlivan yıllar sonra şöyle demiştir: ‘Bu millet dün bu meydanda Yunan’ı alkışlıyordu, bugün bizi… yarın kimi alkışlayacaktır?…”

Prof. Dr. Metin Ayışığı’na göre Manisa’nın işgali şöyle gerçekleşmiştir. “1918 Kasımında İhtilas-ı Vatan Cemiyetini kurmuş ve sonra İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine katılmış bulunan Manisalılar işgalden aylar önce etkili olmaya çalışmışlardır. İzmir’de çıkan Anadolu Gazetesi 23 Ocak 1919 tarihli nüshasında İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini yazması üzerine, Manisalılar Ayan başkanlığına ve Sadaret makamına çekmiş oldukları telgraflarla durum hakkında bilgi isteyerek hükümetten kesin teminat istediler. Kolordu komutan vekili Albay Bekir Sami Bey, Harbiye Nezaretinin bu konudaki emir gereği, depodaki silah ve cephanelerin kaçırılmasını Manisa mevki Komutanı Ahmet Zeki Bey’e emretti. Fakat çekinmesi ve İngiliz temsilcisinin silahları kaçırma işine müdahale etmesi yüzünden kolordunun verdiği emir yerine getirilememiştir. Böylece 25 Mayıs 1919’da Yunanlılar bir tek kurşun atmadan Manisa’yı işgal etmiş ve depodaki toplar dâhil tüm silahlara el koymuşlardı.” Kaymakam İbrahim Ethem’in(Akıncı) “Demirci Akıncıları”, Bezmi Nusret Kaygusuz’un “Bir Roman Gibi” adlı yapıtlarında, Yunan Ordusunun hiçbir direnişe uğramadan Manisa’yı işgal etmesinin yanında askeri depodan 48.000 tüfek, 88 top ve çok sayıda cephane ele geçirdiğini söylemektedir. Yine Türkmen Parlak “Yeni Asır’ın İzmir Yılları” adlı yapıtında Manisa işgali ile ilgili şu önemli bilgileri vermektedir: “Manisa ise işgal edileceği günlerin arifesinde iyice karışmıştı. Bir yanda yerli Rumlar, bir yandan Hürriyet ve İtilaf yanlıları ‘Yunan’a iyi bir hazırlık yapılamadığı takdirde’ ev ve barakalarının yıkılacağı, bağ ve bahçelerinin bozulacağını, hatta ölümlerin görüleceğini söylemişlerdi. Öyle bir etkin çalışma yapmışlardı ki, ‘İhlası Vatan’, ‘Cemiyeti İslamiye’ ve ‘Cemiyeti Müderris’in yurtsever direnişleri bile sonuç vermemişti. Hatta Manisa’nın tanınmış ve sevilen simalarından Müftü Efendi ile Tüccarlardan Bahri Bey, öldürülme korkusu ile kentten uzaklaştırılmışlardı. Vasıf (Çınar) Bey’in çırpınışları işe yarayamayacaktı. Yurtseverlerin en büyük endişesi, buradaki cephanelikti. Buradaki cephane ya götürülecek ya da imha edilecekti. Ama hiçbir zaman düşmana terk edilmeyecekti. Ne yazık ki, sonuncusu olmuştu. Ha bugün ha yarın derken nihayet 26 Mayıs günü Yunan öncü kolu iki koldan kente ulaşmıştı. Başta mutasarrıf olmak üzere tespit edilen karşılama grubu bir hastane önünde, diğeri de garda olmak üzere o gün iki ayrı tören yapmışlardı. Yunan işgali ile mezalimine yardımcı olduğu için halkın daha sonraki günlerde ‘Hüsnüyadis’ dediği Mutasarrıf Hüsnü Bey ile Belediye Meclis üyesi Hafız Efendi, eşraftan Kamil, Manisa Ortodoks Metropolitini yanına alan Yunan birlikleri komutanı, yerli Rum ve Ermenilerin çılgınca gösterileri arasında kente doğru yürümeye başlamışlardı.” Yunan Ordusunun Manisa’yı Gediz Vadisinde ilerleyerek 25 Mayıs 1919 tarihinde işgali, 27 Mayıs 1919 tarihli “Ahenk” gazetesinde şöyle veriliyordu: “Yunan kuvveti işgaliyesi kıtaatı evvelki gün Menemen’den hareketle Emri alem istasyonuna ve oradan dahi Manisa İstikametine müteveccihen kablezzeval saat on bir buçuk da sancak merkezine muvasalat etmiştir. Menemen kıtaat-ı askeriye iel birlikte giden Efesos metropoliti Yo-vakim efendi ve sair memuriyn-i ruhaniye ve ahaliyi memleket Yunan askerini meserretle istikbal eylemiş ve en ufak bir hadisenin vuku’u müsaade olunmamıştır. Asayişi memleket son derece şayan-ı memnuniyettir.”

Manisa’yı ve Manisa cephaneliğini Yunana isteyerek teslim eden, Damat Ferit Paşa tarafından güvenilir bir kişi olarak Manisa’ya Mutasarrıf yapılan Hüsnü Efendi’nin de bilinmesi önemlidir.


MUTASARRIF HÜSNÜ (HÜSNÜYADİS)

Manisa Mutasarrıfı Hüsnü’ye işbirlikçi demek yetmeyecektir. Hüsnü şu katılmamış hainlerdendir. Çünkü bu kişi, Manisa’nın işgal edilmesi için İzmir Metropolitanı Hrisostomos’a giden heyetin içinde olan bir kişidir. Manisa cephaneliğinin Alaşehir’e taşınmasına engel olmuştur. 53.000 tüfeğin ve cephanenin Yunan ordusunun eline geçmesini sağlamıştır. Yunan bozgunu üzerine Yunan ordusu kaçarken; “Yunan ordusunun Manisa’da mevzi alması için işgal güçleri komutanı General Bagorci’ye akıl veriyordu. ‘Ellerinde çok sayıda Manisalı Türk esir olursa, o durumda Türk ordusunun şehre giremeyeceğini…’savunuyordu. Manisa mutasarrıfı/valisi Giritli ve tarikat mensubu Hüsnü Bey öyle bir mahluktu(!)” Türk Ordusu 8 Eylül’de Manisa’ya girerken, Yunan ordusu tarafından Manisa ili yakılmış, bu arada 3500 kişi diri diri yanarak, 1500 kişi ise vurularak öldürülmüştü. Yunan ordusu tek kurşun atmadan, Hüsnüyadis gibi hainler sayesinde işgal ettiği Manisa’yı nüfusunun ¼ nü öldürerek ve şehri yakarak terk ediyordu. Yirminci yüzyılın başında Türk oldukları gerekçesi ile Girit’ten kovalanan ve Manisa’ya gelip yerleşen Hüsnü’nün sülalesi, Yunan ordusu ile birlikte soyduğu Manisa’yı terk ediyordu. Üstelik iz bırakmamak için Manisa Hükümet binasını, tüm evrakları ile birlikte bizzat kendisi yakmıştı. İlginç olan bir durumda, Hüsnüyadis yalnız kaçıyordu. Tüm sülalesi, çocukları Manisa’da kalmıştı. Bu sülalenin bazı bireylerini Menemen’deki Kubilay’ın katledilmesi olayında, diğer bazı bireylerini de Türk siyasetinin tepelerinde gördük ve görmeye devam ediyoruz. Hain Hüsnü, önce Sakız adasına oradan da Elefsis’e gidiyor, orada tekrar bir Yunan kızı ile evleniyor ve Ortodoks Hıristiyan oluyordu. Yunan istihbaratına da giren Hüsnüyadis’in Türkiye ile bağlantısı gizli olarak devam ediyordu. Yaklaşık 8 yıl sonra Menemen’de ortaya çıkan isyan hareketinin örgütleyicilerinin, İngiltere yönetiminde Yunanistan istihbaratının desteği ile Giritli Hüsnüyadis, Giritli Derviş Mehmet, Menemen’in işgal günlerindeki hain belediye başkanı Şeyh Sükuti ve Kıbrıs’ta yaşayan hain, casus Sait Molla olduğu anlaşılmıştı. Hüsnüyadis ile Giritli sözde mehdi Derviş Mehmet kardeş çocuğudur. Yunanistan’a birlikte kaçmışlardır. TBMM tarafından 7 Haziran 1924 tarihinde yurt dışına sürgün edilen vatan hainleri listesinde Derviş Mehmet’in adı ilk önce 600, sonra 300, sonra da 150likler listesinde yer almamıştır. Amca çocuğu olan Hüsnüyadis ise 150’lilikler listesinde 30. sırada yer almış, bu nedenle de Derviş Mehmet’in Yunanistan’dan Türkiye’ye dönmesi kolay olmuştur. 1864 yılında doğan hain Hüsnüyadis, doğduğu yer olan Girit’te 1937 yılında ölmüştür. Çevrenize şöyle dikkatli bakınca pek çok Hüsnüyadis’in yaşadığını ve fırsat buldukları her alanda hainliklerine devam ettiklerini görebilirsiniz.

Hain işbirlikçi Mutasarrıf Hüsnü Bey, Yunan işgaline karşı çıkmaya çalışanları engellerken diğer yandan Efes Metropoliti Yuvakim Efendi ile görüştüğünü ve Manisa’nın işgal edilmeyeceği konusunda teminatlar da veriyordu. Uzun yıllar Manisa’da müftülük yapmış Belediye Başkanı Müftüzade İbrahim (Emre) Efendi, mutasarrıf aleyhinde halkı aydınlatmaya çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Manisa halkı genel olarak Mutasarrıfın yalan söylemediğini düşünüyor ve belediye başkanı Müftüzade İbrahim Efendi’nin İttihat ve Terakkici olması nedeniyle ona güvenmiyordu. Nitekim Mutasarrıf Hüsnü Bey, İzmir’den gelen Vasıf (Çınar) Bey’i halktan aldığı destekle Manisa’dan kovabilme cesaretini gösterebiliyordu. Bu arada Mutasarrıf, İngiliz irtibat subayı Elhankayn ile birlikte çalışıyordu. “İzmir’de çıkan Patris gazetesinde Manisa’nın işgali hakkında ayrıntılı bilgi verildikten sonra Manisa Mutasarrıfı’nın bir bildirisi yayınlanmıştır. Bu bildiride ‘İzmir’in işgali dolayısıyla Manisa halkından bazılarının başka yerlere gitmek girişiminde bulundukları ve bu sebeple halkın zihninde galeyan olduğu anlaşılmıştır. Memlekette bunu gerektirecek hiçbir durum yoktur’ denilmekteydi.” Sonuç olarak; Yunan ordusu Yarbay Konstantin Çakalos komutasında, herhangi bir direnişle karşılaşmadan hatta yerli Yunanlılar tarafından sunulan çiçeklerle Manisa’yı işgal etmiştir. Manisa’da bulunan Türk askeri daha önceden Salihli’ye çekilmiş, 56. Fırkaya ait pek çok silah ve cephane Yunana bırakılmıştır. Yunan Ordusu 29 Mayıs 1919 tarihinde de Turgutlu’yu işgal etmiştir. Diğer bir Yunan Ordusu kolu da, 27 Mayıs 1919 tarihinde Bayındır’a ve 30 Mayıs 1919 tarihinde de Ödemiş’e girmiştir. Yunan ordusunun üçüncü kolu ise 29 Mayıs 1919 tarihinde Aydın’ı işgal etmiştir. Akhisar’da da olumsuz bir hava esiyordu. Yerli Rum/Yunanlıların “canını, malını kurtarmak isteyen Yunan Askerine biat etsin” sözü herkeste genel kabul görüyordu. Albay/Miralay Bekir Sami (Günsav) Bey’le birlikte Akhisar’a gelen Yüzbaşı Selahattin Yunan bayrakları ile süslenmiş Akhisar’da direniş açısından çok olumsuz bir havadan söz eder. Nitekim Kayışlar köyüne kadar gelmiş Yunan askerine Akhisar’dan içinde Kaymakam ve Müftünün de olduğu on beş kişilik bir heyet giderek Yunan askerini Akhisar’a davet eder. Akhisar 5 Haziran günü 250 piyade 7 süvari ve 2 makineli tüfekten oluşan Yunan askeri tarafından hiçbir direnişle karşılaşmadan işgal edilir. İngiliz General Milne tarafından çizilen sınırı kendi başına buyruk bir şekilde aşan Yunan müfrezesi 10 Haziran günü geri çekilir. Yunan komutanı da Yunan Askeri Mahkemesinde yargılanıp ceza alır. Akhisarlılar 5 günlük işgal süresince yaşadıklarından ders alıp, İzmirli Ethem Bey’in de Akhisar’a gelmesiyle birlikte Belediye Başkanı/Reisi Ali Bey başkanlığında Akhisar Reddi İşgal Cemiyetini kurarlar. “Akhisar Redd-i İşgal Cemiyetini oluşturan şahıslar ise şunlardır: Akhisar Belediye Rerisi Ali Bey, ahaliden Mehmet Nur, Bey, ahaliden Hafız Osmanoğlu Hüseyin Bey, Müderrriszade Süleyman Bey, Müderriszade Mehmet Bey, Musazade Rıza Bey, ulemadan Mehmet Sait Bey.” Yunan Ordusunun fazla zorlanmadan işgal sahasını genişletmesi, Yunanistan Devletine bu yaptığı işgalin meşrutiyet kazanmasına yol açıyordu. Bunun için işgallere direniş sadece telgraf ile protesto çekmekle olmuyor, fiili direniş gerekiyordu. Bu konuda Ayvalık ve Ödemiş direnişleri çok önemlidir. Balıkesir Kongresi sonrası Akhisar Kuvayi Milliyesi başkanı seçilen Celal (Bayar) Bey, 10 Eylül 1919 tarihinde akşam saatlerinde Akhisar’a varmıştır. Bu arada cephedekiler ile Müdafaa-i Milliye heyeti arasında anlaşmazlık vardır. Celal Bey, Balıkesir Kongresinde Menzil Müfettişliğine seçilen ve anlaşmazlık üzerine İstanbul’a giden Reşat Bey’i İstanbul’dan getirtmiş ve anlaşmazlığı tatlıya bağlamıştır. Yunanın Akhisar’ı İşgal edip Milne sınırı yüzünden geri çekilmesi üzerine Yüzbaşı İzmirli Ethem Bey tarafından 14 Haziran 1919 tarihinde “Reddi İşgal” adı altında bir örgütlenmeye gitmişti. (İzmirli Ethem Bey’i daha sonra Çerkez Ethem’le birlikte Yunana sığınmış olarak görüyoruz) İlk eylemleri de Parti Pehlivanla birlikte Bergama’da bulunan Yunan kuvvetlerine saldırmak olmuştur. 20 Haziran 1919 tarihinde Akhisar Reddi İlhak Cemiyeti Belediye Başkanı ve şehrin ileri gelen bazı kişileri ile birlikte Yunanlıların Bergama bozgunu sonrası 17 Haziran günü Menemen’de silahsız sivil halka yapılan katliamı protesto ederek Harbiye Nazırlığına/Savaş Bakanlığına telgraf çekmişlerdir. Bu telgrafta “Türk Milleti silaha sarıldı, düşmanı kovuncaya kadar silahlarımızı bırakmayacağız! Hükümetimiz milli ve vatanî haklarımızı koruyacak bir yol tayin etsin” denmiştir.

“Akhisar cephesinde kuvvetlerimiz kumandam altında şu şekilde meydana gelmişti: Koyuncu Ali’de yirmi süvari, bir bölük piyade ile milli alay karargâhı. Tatar Köyü’nde Burunören Köyü’nde birer milli tabur, Marmara(Gölmarmara) ve Yayaköy (Zeytinliova) bucaklarında birer milli bölük vardı. Taburlar, bölük ve takımlardan kuruluydu. Burunören Milli tabur Kumandanı Beyoba Köyü’nden Ziya Bey’di. Bölüklerden birisine Emrullah Efendi adında hamiyetli bir vatandaş bütün vakitlerini, aldığı göreve tahsis etmek şartıyla kumanda ediyordu. Silahlı sayısı bütün cephede bin iki yüze erişmişti. Bundan başka Tatar ve Burunören taburlarında ikişer makineli tüfek vardı. Marmara Bölüğü’ne de iki makineli tüfek gönderilmişti. Akhisar çevresindeki Aleviler ile ilgili Celal Bayar’ın anılarında çok önemli açıklamalar vardır. Bu açıklamaların yazılmasını bir görev bildiğim için Celal Bey’in anılarından aynen aktarıyorum: “Cepheyi teftiş ediyor, gönüllü erlerin durumunu gözden geçiriyordum. Milli alay karargâhında ve taburlarda gönüllü erler arasında Alevi vatandaşlarımızdan istenilen sayıda gönüllü bulunmayışı dikkatimi çekti. Hâlbuki çevremizde Alevi köyler vardı. Bunlar hiçbir suretle diğer ırklarla karışmamış saf Türklerdi. Temiz kanlarının icabı bunların Türk egemenliği ve özgürlüğünü korumak için geride kalmalarına bir sebep yoktu. Köylerine kadar girip kendilerini ziyarete karar verdim. Baskı fikrini vermemek için yanıma kuvvet almadım. Beni sevinç içinde karşıladılar, misafir ettiler. Evleri dikkati çekecek kadar temizdi. Beyaz hasseden minder örtüleri ve perdelerinde en ufak bir leke görünmüyordu. Gece kaldığım evlerinde köylülerin ileri gelen söz sahibi ihtiyarları, ağaları hazır bulundu. Siyasi durumu anlattım. Kurtuluş çaresinin silaha sarılmak olduğunu söyledim. Buna rağmen cephede kendilerinden beklediğim sayıda gönüllü er göremediğimi anlattım, sebebini sordum. Kısaca şu cevabı verdiler: -Bizden istediler de vermedik mi? Bu cevabın altında asırlık bir kompleksin, yerinde olmayan bir düşüncenin yattığı görülüyordu. Yani ‘Bizi adam yerine koymadılar ki’ demek istiyorlardı. Mahiyeti bilinen manasız bir Sünni-Alevi çekişmesi karşısında idim. Gereken teminatı verdim. Kendilerine karşı bir dikkat ve saygı işareti olmak üzere karargâhımda, gelecek gönüllülere yer ayıracağımı vaat ettim. Aradaki anlaşmanın delili olarak ertesi günü bir miktar süvarinin, silahları ve atları ile alay karargâhına gönderileceğini, milli mükellefiyet namına hiçbir hususta diğer vatandaşlarından geri kalmayacaklarını söylediler ve sözlerini yerine getirdiler.” 26 Temmuz 1919 tarihinde Balıkesir’de direniş grupları bir toplantı düzenler. Akhisar’dan Kuvayi Milliye Komutanı Binbaşı Hüsnü Bey, Akhisarlı Kamil Bey ve Reşat Bey’de katılır. Yaklaşık bir yıl sonra Yunan güçlerinin büyük bir saldırısı üzerine Türk cephesi yıkılır, Yunan 23 Haziran 1920 tarihinde Akhisar’ı, 24 Haziran 1920 tarihinde Kırkağaç ve Soma’yı işgal eder.

Atatürk’ün Ziyaretleri: Atatürk’ün ziyareti her yer acısından önemlidir. Manisa bölgesi Atatürk’ün pek çok kez ziyaret ettiği yerlerdendir. Mustafa Kemal Atatürk, Yunanı kovduktan sonra ilk yurt seyahatini Batı Anadolu’ya yapmıştır. Manisa ve ilçelerine Atatürk’ün yaptığı ziyaretler şu tarihlerde gerçekleşmiştir: 25/26 Ocak 1923 tarihinde Alaşehir, 26 Ocak 1923 tarihinde Salihli-Turgutlu-Manisa, 5/6 Şubat 1923 Akhisar, 6 Şubat 1923 Kırkağaç ve Soma, 10 Ekim 1925 tarihinde Soma-Kırkağaç-Akhisar, 10/11 Ekim 1925 Manisa, 16 Ekim 1925 Manisa-Turgutlu-Salihli-Alaşehir, 16 Haziran 1926 Soma-Kırkağaç-Akhisar-Manisa, 8 Nisan 1934 Turgutlu-Salihli, 8/9 Nisan 1934 Manisa, 22 Haziran 1934 Turgutlu-Manisa, 24 Haziran 1934 Akhisar-Soma. Bu geziler sırasında Alaşehir’de yaşanılan ve pek çok kaynakta da yer alan ama unutulmaması için tekrarlamakta fayda olan bir olay vardır: “Mustafa Kemal, konuşmasını bitirdikten sonra Alaşehirlilere sordu: -Benden bir istediğiniz var mı? Halk bir ağızdan bağırıyordu: ‘Gazi Paşa çok yaşa’ Birden yerden biraz yüksekteki tepecikte bulunan bir gencin sesi duyuldu: -Paşam sizin gibi paşalar yetiştirecek bir ilkokul istiyoruz. Mustafa Kemal, bu gence elini sallayarak ‘yanıma gel çocuğum’ diye seslendi. Okulun inşaatına Mustafa Kemal’in emriyle 1924 yılında başlandı. 1927 yılında tamamlandı. İlkokul dördüncü sınıfı okuduğum Alaşehir Soğuksu mahallesindeki bu okulun adı ‘Beş Eylül İlköğretim Okulu’ ve Mustafa Kemal’den bir ilkokul yapılmasını isteyen kişi sonraki yıllarda 1949’da Alaşehir Belediye Başkanlığı yapan Hüseyin Avşarlı’dır.” Alaşehir Kongresini Alaşehir bölümünde ayrıntılı olarak söz ettim. Ancak burada da Akhisar, Salihli ve Denizli’nin başında bulunanların kongrede bir araya geldiğini de belirtmek isterim. Kongrede Salihli’yi Zahit Molla başkanlığında bir heyetin de temsil ettiğini belirteyim. Bu arada Atatürk Akhisar’a geldiğinde, Bakır’da oturan Saçlı Efe’yle görüşmek istemiştir. Uzaktan hısımım olan saçlı efe ile ilgili bilgiyi de “Milli Mücadele’de Kahramanlar Hainler” kitabımdan aktarayım.


BAKIRLI SAÇLI MUSTAFA EFE

Saçlı Mustafa Efe, 1899 yılında Kavunu ile tanıdığımız Manisa iline bağlı Kırkağaç’ın Bakır kasabasının Atik mahallesinde doğmuştur. Babası çiftçilikle uğraşan Hacı Osmanzade Mehmet’tir. Saçlı Mustafa Efe genç yaşında Bakır’lı zengin bir Rum/Yunanlıyı öldürüp dağa çıkmış, uzun süre dağlarda kalmıştır. İzmir’in işgali üzerine bölgede kurulmakta olan direniş hareketlerine katılmıştır. Soma ve Bergama cephelerinde gönüllü milis olarak bir yıl kadar kaldıktan sonra, 1920 yılı haziran ayında Kırkağaç işgal edilince, Demirci’nin dağ köylerine çekilmiştir. Yunanla girdiği bir çarpışmada ağır şekilde yaralanmış, arkadaşlarının yardımlarıyla Urbut yaylasında çeşitli halk ilaçları ile tedavi edilmiştir. Bu uzun süren tedavi aşamasında saçları uzadığı için saçlı efe lakabıyla ünlendi. 2 Eylül 1922 günü, Yunan askerlerinin Kırkağaç’tan çekilmesi üzerine on gün süreyle ilçenin yönetimini eline almış ve birçok işbirlikçiyi cezalandırmıştır. Milli Mücadele sonrası yanından hiç ayırmadığı “filinta”sını elleriyle ilgililere teslim etmiştir. Saçlı Mustafa Efe, 27 Kasım 1980 tarihinde vefat etmeden önce kendisini, yaşadığı Bakır’ın Harta mahallesinde bulunan çiftliğinde birkaç kez görme olanağım olmuştu.(Annem tarafından aramızda uzaktan da olsa hısımlık bulunmaktadır) Yaşım küçük olduğu için o günleri çok ayrıntılı olarak soramamış, ancak evinde bulunan fotoğrafları inceleme olanağım olmuştu. Saçlı Efe, Akhisar çevresinde düşmana ilk silah çekenlerdendir. Kurtuluş mücadelesi sırasında olağan üstü çaba harcamış, çevredeki Yunan kuvvetlerini tedirgin etmiş, Akhisar’ın kurtuluşunda da kasabaya ilk girenlerden olmuştur. Savaştan sonra Harta’daki çiftliğine çekilen Efe, Atatürk’ ün iltifatlarını kazanmış ve Ata trenle Harta’dan geçerken Harta tren istasyonunda ayrı tarihlerde kendisi ile iki kez görüşmüştür. Milli Mücadelenin kahraman efelerindendir.

Milli Mücadele ve Manisa denilince Kulalı Yabaayak Mehmet Efe’den de söz etmek gerekir. Yunan İzmir’e doğru kaçarken yakmadığı istisnai yerlerden biri de Kula’dır. Bu konuda pek çok şey söylense de o sırada dağda Yunanla savaşan Kulalı Yabaayak Efe’nin Yunan Kula’yı yakamasın diye kızanlarıyla birlikte saldırmasını da bir etken olarak görüyorum. Ayakları büyük olduğu için yaba ayak denilen Mehmet Efe 4 Eylül 1922 tarihindeki Yunana saldırı sırasında şehit düşmüştür. Kula ile ilgili olumsuz bir olayı da Sabahattin Selek, “Milli Mücadele” isimli çalışmasında yer vermiştir. 27 Haziran 1920 tarihinde gerçekleştiği yazılan bu olay özetle şöyledir: 23. Tümen birliklerinden 159. Alay, 68. Alay, Uşak Hücum taburu ile Salihli Milli alayı Yunan saldırıları üzerine 159. Alay Komutan vekili Binbaşı Şakir Bey komutasında Kula civarında Büyük çeşme mevkiine geri çekilmişlerdir. Kula halkından bazı kişilerin, çatışma olursa Kula’nın zarar göreceğini düşünerek, erlerin arasına katılıp “Yunan Ordusu Padişahın isteği ile buraya gelmiştir. Siz neden boşuna savaşıyorsunuz” diye olumsuz propaganda yaptıkları, Binbaşı Şakir Bey’i ve diğer komutanları, Kula’ya yemeğe çağırıp, yemek bahanesi ile onları oyalarken, Padişahçı ve Hürriyet İtilaf Partisi üyesi kişilerin yanlarında bazı kadınlarla ağlayarak askerlerin arasında “Komutanlarınız Kasabada içki masasında eğleniyor, sizi Yunanlılara esir ettirecekler, ailenizin yanına dönün” diye bozgunculuk yaptıkları ve bunun üzerine bu dedikodun yayılıp askerlerin çoğu silahları da bırakarak firar etmesine yol açmışlardır. “Kula olayını tertipleyenleri başında Kula Müdafaa-i Hukuk Heyeti Başkanı Keleş Mehmet Ağa ile Hürriyet ve İtilaf Partisi ileri gelenlerinden Vedat adında birisinin bulunduğu sonradan öğrenilmiştir.” Birinci Yunan Kolordusu Komutanı General Nider’de anılarında, Kula’ya bazı Kulalılar tarafından davet edildiklerini, Kula’da pek çok silah bulduklarını, bazı Kula halkının da kendilerini bayraklarla ve törenle karşıladıklarını söylemektedir. Kula ile ilgili söyleyebileceğimiz bir şey ise, 19. Yüzyılın sonralarına kadar birlikte barış içinde yaşayan Türkler ve Rumlar/Yunanlıların çok kısa bir süre sonra birbirlerine düşman yapılmış olmaları gerçeğidir. Anadolu’nun hemen hemen her yerinde görülen bu manzara üzüntü vericidir. Arkeolog kocası ile 1881 yılından sonra Anadolu’yu dolaşan İskoç Agnes Dick Ramsay, “Türkiye’de Günlük Yaşam” isimli kitabında 1880’li yılların Kula’sını şöyle anlatıyor: “Nüfusunun yarısının Müslüman yarısının Hıristiyan olduğu bir kasabaya gittim. Görebildiğim kadarıyla hiçbir kadın örtülü değildi. Sadece başlarında bulunan küçük bir işaret onları birbirinden ayırıyordu. Burası; güzel iklimi ve saf sularıyla, civardaki kırsal yerleşim yerlerindeki insanlar için harika bir sayfiye yeri olan Kula’ydı. Kula’nın, tazelikleri, al yanakları, ışıldayan gözleri, parlak saçları, müthiş enerjik halleriyle ne güzel kadın ve kızları vardı! Onların arasında gösterişsiz bir kişi bile görmedim.” Bu arada şapka devrimi ile ilgili Akhisar’da yaşanılanlar Anadolu halkı hakkında sizlere farklı bir bakış açısı sunacağı için Mehmet Erdül’ün kitabında gördüğüm bir bölümü aktarmak istiyorum. “23 Ağustos 1925’te Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini vermişti. Bu nedenle Mustafa Kemal’in geleceği 10 Ekim 1925’ten bir gece önce Akhisar Cumhuriyet Halk Fırkası Başkanı Murat Bey, şapka bulup getirmek üzere Boncuklu Ahmet Efendi’yi İzmir’e göndermişti. Gece İzmir’de dükkanlar açtırılmış, bir kamyon şapka Akhisar’a getirilmişti. Akhisarlılar Ata’nın şapka devrimine sahip çıkıyor ve destek veriyorlardı” Bu yaklaşımın İlk Cumhurbaşkanının hoşuna gittiği açıktır. Andrew Mango “Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu” adlı kitabında Atatürk’ün Akhisar’da yaptığı konuşmada “Medeni cihan çok ilerdedir. Buna yetişmek, o medeniyete dahil olmak mecburiyetindeyiz. Bütün safsataları bertaraf etmek lazımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler manasızdır. Şapka da giyeceğiz, garbın her türlü asan medeniyetini de alacağız. Efendiler, medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya maruzdurlar.” dediğini belirtmektedir. Direnişle karşılaşsın, karşılaşmasın Yunan Ordusu ve yerli Rum/Yunanlıların Manisa ve çevresinde büyük vahşeti söz konusudur. İşgal ile birlikte Yunan Mezalimi başlamış ve Manisa ve çevresinden ayrıldıkları güne kadar devam etmiştir. Yunan Ordusu Manisa’dan ayrılırken de vahşete devam etmiştir. Özellikle 6 Eylül 1922 tarihinde başlayan büyük yangın Yunan Merkez Komutanlığının emrinde bulunan kundakçı askerler (Yangın Postaları ve Tahrip Taburları) tarafından şehrin birçok yerinde birden çıkarılmıştır. “Göğüsleri kırmızı işaretli ve başları kalpaklı Yangın Postaları ve Tahrip Taburlarındaki askerlerin bir kısmı şehri yakmaya, bir kısmı kuşatma yaparak dışarı çıkanları imha etmeğe, bir kısmı da şehir içinde saklanmak isteyenleri aramağa çalışmaktaydılar.”( Yunan Ordusu ve işbirlikçileri Manisa’yı terk ederken yerli ve yabancı gazetecilerin araştırmalarına göre 3500 kişiyi yangın sırasında ateşe atarak, 855 kişiyi kurşuna dizerek öldürmüşlerdir. 167 kişi de yaralı olarak kurtulmuştur. “Yerli ve yabancı basın mensuplarından müteşekkil bir heyetin incelemeleri sonunda Manisa ile ilgili verdiği zayiat listesi şöyledir: 10.700 ev, 13 cami, 272 dükkân, 19 han, 3 fabrika, 5 çiftlik binası, 26 bağ evi, 1740 köy evi yakılmıştır. Asım Us, 17.000’den fazla haneli Manisa’nın kıymetçe % 99’unu teşkil eden kısmının yakıldığını belirtmektedir. Halide Edip Adıvar başkanlığındaki Tahkik Heyeti’nin hükümete verdiği rapora göre; Manisa’da 16.000 ev yakılmış 1100 ev kurtulmuştur.” 29 Mayıs 1919 tarihinde işgal edilen Turgutlu/Kasaba kazasında da Yunan mezalimi işgal gününde başlamıştır. Yunan Ordusu Turgutlu’dan çekilirken de üç gün sürecek bir yangın çıkarmış ve Turgutlu’nun harap olmasına neden olmuştur. Yerli yabancı gazetecilerin yaptığı araştırmada Turgutlu’da bulunan 6000 evin 5800 tanesini yakmışlar ancak 200 ev kurtulabilmiştir. Nüfusun da yarısından fazlası öldürülmüş ya da kaybolmuştur. Turgutlu o sıralarda 20.000 nüfusa sahiptir. Turgutlu kaymakamı Hamdi Bey, Turgutlu’da ancak 8.000 civarında insan kaldığını söylemektedir. 5 Haziran 1919 tarihinde elini kolunu sallayarak Yunan Ordusu tarafından işgal edilen, 9 Haziran Yunan askerinin çekilmesi ile işgalden kurtulan, daha sonra 22 Haziran1920 tarihinde tekrar işgal edilen Akhisar kazası Yunan mezalimini gören yerlerden bir başkasıdır. Yunan vahşeti Yunan Ordusu’nun kaçtığı 6 Eylül 1922 tarihine kadar devam etmiştir. Pek çok yeri yakan Yunan Ordusu, Akhisar’da bulunan Rumları/Yunanlıları da dikkate alarak yapılan pazarlık sonucu yanına yirmi beş civarında rehin alarak yangın çıkarmadan kaçmıştır. Emir almadan yangın çıkarmaya kalkan askerlere de yetişen Türk Süvarisi ve Efeler izin vermemiştir. 23 Haziran 1920 tarihinde işgal edilen Salihli’de Yunan mezalimini görmüştür. 5 Eylül 1922 tarihinde iki bölük Türk süvarisi Salihli’ye girmiş ise de Yunan ordusundan gördüğü direniş üzerine geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu durum Yunan askerinin ve yerli Rum/Yunanlıları daha da cesaretlendirip 6 Eylül günü Salihli Yangın Postaları tarafından yakılmış, halk soyulmuş ve öldürülmüştür. 15.000 nüfuslu Salihli’de yaklaşık 7.000 kişi öldürülmüştür. Ayrıca Yunan askerleri yüz kadar kadın ve kızı yanlarında götürmüşler, kaçabilen birkaç kişi dışında diğerlerinden haber alınamamıştır. 24 Haziran 1920 tarihinde işgal edilen Alaşehir’de pek çok kişi Alaşehir’den kaçmış ve canını böyle kurtulabilmiştir. Yunan işgali üzerine Kaymakam Bezmi Nusret Kaygusuz o günü şöyle anlatmaktadır: “Halk derhal vaziyetten haberdar oldu ve akın başladı. Kimi şimendifere koştu; kimi yaya olarak Eşme yolunu tuttu. Ağıllı Boğazında kadın erkeğini arıyor, baba çocuğunu taşıyordu. Malını düşünen kimse yoktu. Dini kitaplarda tasvir edilen mahşer günü ancak bu dehşette olabilir. Koca bir şehir harekete gelmiş, taşı ve toprağı dahi yürüyordu. Atımı ve silahımı aldım. Fişeklikleri belime ve boynuma doladım. Üstümdeki elbiseden başka her şeyi orada düşmana bıraktım… Hapishanedekileri salıverdim ve onlara jandarma deposundaki cephane ve silahları aldırdım… Şehir boşalmış bir vaziyette idi. Yalnız Rumlar evlerine saklanmışlardı. Milli Mücadele’ye hep birden katılan Alaşehir’in fedakâr evlatları Yunana tabi olmamak için evlerini, her şeylerini feda ederek aynı fedakârlıkla yine hep birden dâhile çekiliyorlardı. Yalnız İdadi Mektebi muallimlerinden birisi ve İnegöl Nahiyesi Müdürü ve daha beş on kişi kasabada kaldılar.” “3 Eylül 1922’de Alaşehir’e gelen bir Yunan subayı şehrin ileri gelenlerine, şehri yakmak üzere bir yangın taburunun gelmekte olduğunu ve herkesin başının çaresine bakmasını söylemiştir. 4 Eylül 1922 günü Alaşehir tamamen abluka edilerek birkaç yerden birden yangın çıkarılmıştır. İki gün süren yangını yerli Rumlardan Diyamandapolis ve arkadaşları idare etmişlerdir. Bazı Ermeniler de yangında görev almışlardır. Yunanlılar, şehrin bütün sularını kestikten sonra gaz ve benzin dökerek şehri ateşlemişlerdir. Yangın müfrezeleri yangın bombalarıyla yangının genişlemesine çalışmıştır. Yangını sündürmek isteyenler kurşunlanmışlardır. Yangından kaçmak isteyenler, üzerlerine kurşun ve bombalar atılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. Bazıları ateşe atılarak yakılmışlardır. Taşçı Mehmet Usta ateşe atılarak yakıldığı gibi eşi Emine’nin memesi oyularak içine barut doldurularak ateşlemek gibi zulümler yapmışlardır. Alaşehir yangını şehre giren Türk ordusu tarafından söndürülmüştür. Yunanlılar ve yerli Rumlar, Alaşehir yangınında 600 kişiyi öldürmüşlerdir.” Yapılan araştırma raporlarına göre, Alaşehir’de 4500 evden 4350 tanesi yanmıştır. 11.500 nüfuslu Alaşehir’de 8500 kişi kalmıştır. Soma Kazası da 24 Haziran 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Yerli Rum/Yunanlılar işgale hazırlanmakla birlikte, Türklerle Yunan ordusu arasında çatışmalar gerçekleşmiş ve diğer bazı yerlerde olduğu gibi Yunan Ordusu Soma’ya elini sağlayarak girememiştir. İşgalle birlikte bazı köyler yakılmış, Yunan Ordusuna ait uçaklar tarafından Soma ve çevresi bombalanmıştır. Yunan Ordusu Soma’dan çekilirken Soma’yı da yakmıştır. Gördes Kazası da yunan ordusu tarafından geri çekilirken top ateşine tutularak yakılmıştır. Hâkimiyeti Milliye Gazetesi’nin haberine göre 1500 evden sadece 27 ev yakılıp yıkılmaktan kurutulabilmiştir. Kaçamayan özellikle yaşlıların saldırıda ölmesi yanında pek çok kadın ve kıza da tecavüz edilmiştir. Manisa denilince 1930 yılında Menemen’de yaşanılanlar da aklımıza ilk gelenlerdir. Manisa Nakşibendî Tarikatının da içinde bulunduğu bu olay herkesi bir şekilde derinden etkilemiştir. Onun için Menemen olayını ayrı bir başlık olarak ele aldım. Menemen Olayı: Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay 1906 yılında Adana Kozan’da doğmuş Giritli bir ailenin oğludur. Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaşadığı trajedilerden biridir. Genç Türkiye Devleti 1924 ile 1938 arasında on sekiz ayaklanma ile karşı karşıya kalmıştır. Menemen’de gerçekleşen olay diğer ayaklanmalardan oldukça farklı bir kalkışmadır. Bazı Hürriyet ve İtilafçılar Menemen Olayı’nı küçümsemeye ve o günün muhalefetini yok etmek için ortaya atılmış basit bir olay gibi göstermeye çalışırlar. Ama hiçbirisi genç Cumhuriyetin bir yedek subayının bağ bıçağı ile kafasının kesilmesini izah edemezler. Nakşibendi şeyhi Şeyh Esat Efendi, çağdaş Türkiye Cumhuriyetinden nefret ediyor, eskiden olduğu gibi bağnaz, gerici, yobaz, işbirlikçi, emperyalist uşağı olarak yaşamayı hayal ediyordu. “31 Mart Vakası” olarak kabul edilen gerici ayaklanmada da söz sahibi olmuş, çeşitli gerekçeler ile cezalandırılmamıştı. Manisa emekli imamı Laz İbrahim Hoca da Nakşibendi Tarikatının ileri gelenlerindendi ve kendisini “Halifeler halifesi” olarak görüyordu. Menemen olayını gerçekleştiren dört kişinin isminin Mehmet olması da ayrı bir ilginçliktir. Manisa’da Tatlıcı Mutaf Hüseyin Efendi’nin evinde toplanan yobazlar, bilerek ya da bilmeyerek emperyalistlerin uşağı olarak hizmet etmeye ve genç Cumhuriyeti ortadan kaldırmak için çalışmalara hız vermişlerdi. 6 Aralık 1930 tarihinde, kahveci Mustafa, Topçu Çavuşu Hüseyin, Pabuçcu Hüseyin oğlu Ali ve Keçili Himmet oğlu Süleyman Çavuş ve Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ile ayaklanmayı başlatmaya karar verdiler. Esrarlı sigara ve yaptıkları zikir sonrası silahlanıp bir kısmı yola çıktı diğer kısmı arkadan geleceklerini söylediler. Paşaköy’e giden grup o gece Giritli Mehmet’in analığı Rukiye Kadın’ın evinde kaldılar. Gruba Giritli Mehmet’in bacanağı Simavlı Osman, Bakkal Mehmet’in oğlu Abdurrahman, Emrullah oğlu Mehmet Emin, Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Çakıroğlu Ramazan da katıldı. Sabaha doğru Sümbüller Köyü yoluyla Menemen’e vardılar. “Menemen girişindeki zeytinlikte Giritli Mehmet hepsine esrarlı sigara dağıtıp verdikten sonra hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen Müftü Camisine girerler. Camide bulunan yeşil bayrağı alarak belediye meydanına giderler. Menemen’de yaşayanlardan Saim oğlu Boşnak Abbas, Balalı Remzi, Harputlu Ömer oğlu Mehmet ve Sümbüllü köylü Mehmet de bunlara katılır, tekbir getirmeye başlarlar. Derviş Mehmet, toplananlara kendini Mehdi olarak tanıtır, dini korumaya geldiğini ileri sürerek sınırda yetmiş bin kişilik Halife Ordusu’nun beklediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceklerini söyler.” Asıl ismi Mustafa Fehmi olan Kubilay, belediye meydanına ulaştığında askerlerine süngü taktırdı. Kalabalığın içine girerek Derviş Mehmet ve arkadaşlarını dağıtmaya çalıştı. Asteğmen Kubilay’ı Derviş Mehmet ateş ederek kasığından yaralar. Kubilay kaçarak caminin içine girer. Acemi askerler şaşırır ve dağılır. Derviş Mehmet “Allah adına” yaralı asteğmenin kafasını bağ bıçağı ile keserek yeşil bayrağın ucuna takar, çevredekiler bu duruma engel olmak yerine alkışlarla onaylarlar. Halktan Yusuf oğlu Kamil, İbrahim oğlu İsmail, Çitaklı Süleyman, Çingene Mehmet oğlu Ali, Bakkal Ali Mazlumeki, Yahudi Josef, Gözlüklü Ali tütüncü Haydar çılgınca yapılanları desteklemektedir. Hain Derviş Mehmet “Ya eyyühel müslimin, Kalkınız, Müslümanlığı kurtaralım” diye bağırmaktadır. Yüzbaşı Ragıp Bey komutasındaki askeri birlik Menemen’e girer. Olay yerine gelen askerlerle yapılan çatışmada bana mermi işlemez diyen çakma Mehdi Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ölür. Şevki ve Hasan isimli iki bekçi de şehit olur. Yapılan yargılama sonucu Yunan işgali sırasında Belediye Meclis üyeliği yapmış olan Hayımoğlu Yahudi Josef ve Erbilli Şeyh Esad’ın oğlu Mehmet Ali’nin de aralarında olduğu 37 kişinin idamına karar verilir. Şeyh Esad yaşlı olması nedeniyle 24 yıla mahkum edilir. Hapiste ölür. Olayın tertipçisi Nakşibendî Şeyhi Erbilli Şeyh Esat, hain Mutasarrıf Hüsnüyadis, Hüsnüyadis’in kardeş çocuğu Derviş Mehmet, işgal Menemen’inde belediye başkanlığı yapan Şeyh Sükuti aynı düşüncenin, aynı tarikatın kişileridir. Torunları bugün de İslamiyet adına ülkenin, emperyalistlerin sömürgesi olması için çalışmaktadır. “Özetle; toplanan bütün deliller, Cumhuriyeti yıkmak için, şer kuvvetlerince, çok kapsamlı bir ayaklanmanın hazırlandığını ve olayın hiç de küçümsenmeyecek bir yaygınlık taşıdığını göstermektedir. Doğal olarak yönetimin bu girişim karşısındaki tavrı da onun nitelik ve hedefleriyle boy ölçüşecek bir ağırlıkta olmak zorundaydı. Onun için, olayın niteliğinin her boyutuyla saptanması ve sonra da belirlenen önlemlerin süratle uygulanması kaçınılmazdı. Bu ise, toplanan bilgilerin, ülke ve dünya koşulları içinde değerlendirilip, bulgu ve olguların tarihi, toplumsal ve siyasal yerlerine konulmasıyla mümkün olabilirdi.” Son Osmanlı Meclisi Mebusan’da ve Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapan Manisa milletvekillerinin Milli Mücadelede dönemine yön veren kişiler olduğunu da görüyoruz. Bu kişilerden bazıları şunlardır: Mahmut Celal (Bayar) Bey, son Osmanlı Meclisi Mebusan’da Saruhan Mebusudur. Birinci Büyük Millet Meclisine de Saruhan milletvekili olarak katılmıştır. Bahri Sarıtepe Manisa Belediye Başkanlığı ve üçüncü dönem Manisa milletvekilliği yapmıştır. İbrahim Süreyya (Yiğit) Bey, son Osmanlı Meclisi Mebusan’da Celal Bey gibi Saruhan Mebusudur. Birinci Büyük Millet Meclisine de Saruhan milletvekili olarak katılmıştır. Reşat (Kayalı) Bey, TBMM birinci ve ikinci dönem Saruhan/Manisa milletvekilidir. Hüseyin Avni Zaimler birinci dönem Saruhan/Manisa milletvekilidir. Mustafa Necati (Uğural) Bey, birinci dönem Saruhan/Manisa milletvekilidir. Refik Şevket (İnce) Bey, Birinci dönem Saruhan/Manisa milletvekilidir. Refik Şevket Bey gazeteci-yazar Emin Çölaşan’ın dedesidir. Çerkez Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’i de Saruhan/Manisa milletvekili olarak görüyoruz. Yine Hüseyin Vasıf (Çınar) Bey’i de ikinci dönem Saruhan/Manisa milletvekilleri arasında görüyoruz. Mustafa Fevzi (Saruhan) Efendi de son Osmanlı Meclisi Mebusan’da Saruhan Mebusudur. Birinci Büyük Millet meclisine de Saruhan milletvekili olarak katılmıştır. İkinci, üçüncü ve dördüncü dönemde de milletvekilliği yapmıştır. Faik (Kurtoğlu) Bey’i de Manisa milletvekili olarak görüyoruz. Yusuf Hikmet (Bayur) Bey’de Manisa milletvekillerindendir. Fenerbahçe Spor Kulübünün 1915-1916 yıllarında başkanlığını yapan Mehmet Sabri (Toprak) Bey’de Osmanlı Meclisi Mebusan’da ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Saruhan milletvekili olarak bulunmuştur. Ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’da 1931-1934 yılları arasında Manisa milletvekilliği yapmıştır.


Yazı, Ahmet Hür'ün Emeğin serüveni sitesindeki 23 Ocak 2023 tarihli Milli Mücadelede Manisa yazısından alınmıştır.

Comments


bottom of page