ŞAİR EŞREF BİR "HECCAV"DI...
"Heccav" hicveden, yeren, yergici anlamlarına geliyor. Hicivle uğraşan şairleri yazarları ifade eden ortak bir tanım olması yanında, Şair Eşref'in de lakabı olarak biliniyor. Hiciv şiiri, toplumsal kişilikleri ve olayları çarpıcı bir biçimde taşlama yoluyla eleştiren bir şiirdir. Çokça bildiğimiz heccavlar Süleyman Nazif, Nefi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Rıza Tevfik ve Neyzen Tevfik'tir. Çağdaş şiirimizdeki en büyük heccav ise Can Yücel'dir.

Şair Eşref ya da resmi adıyla Mehmet Eşref 1846 yılında doğmuşsa da o dönemde erkek çocukları nüfusa küçük yazdırıldığı için doğum tarihi kimi kaynaklarda 1853 olarak geçmektedir. İlköğrenimini memleketindeki Sıbyan Mektebi'nde yapar. Sonra Manisa’da Hatuniye Medresesi’nde Arapça ve Farsça öğrenir. 1878 senesinde İstanbul’da girdiği sınavda başarılı olarak üçüncü sınıf kaymakamlık ehliyetnamesi alır. Daha sonra da, Fatsa, Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç, Daday ve Gördes kaymakamlıklarını yapar.
Şair Eşref, “hiciv şiiri”nin edebiyatımızdaki en seçkin örneklerini vermiş, önemli bir edebiyatçımızdır. Gözünü budaktan sakınmadan yazdığı hicivlerinden ötürü başı sıklıkla belaya girmiştir. Gördes kaymakamlığı yaptığı sırada, yani 1902 yılında, avukat Tevfik Nevzad ve Hafız İsmail ile bir “fesat şebekesi” kurdukları zannıyla İzmir’de gözaltına alınırlar. İçeri alınmasına neden olan ve “Evrak-ı muzirre” yani, “zararlı belge” sayılan şeylerin çoğu Eşref’in kendi şiirleridir. İşte oyunumuz tam da bu noktada, Eşref'in gözaltına alınmasıyla başlar.
Benim Şair Eşref’e olan ilgim çok eskilere, üniversite öğrenciliğime dayanıyor neredeyse. O yıllarda hiciv şiirinin ustalarını arka arkaya okuduğumu ama Şair Eşref’e özel bir ilgi gösterdiğimi anımsıyorum. O yıllarda üniversite arkadaşım Hasip Akgül çıkarttığı Yeni İnsan’da “Heccav’ın Yeri” diye bir köşe ayırmıştı bana. Ben orada ayda bir ülkenin politik gündemine ya da politik portrelerine hicivli göndermeler yapıyordum. Ama bunların çoğunda Eşref’in bildik dörtlük (kıt’a) kalıplarını kullanıyordum. O yıllardan 2000’lere kadar Eşref’i okumayı hiç bırakmadım. Hatta 2000’lerde yazdığım Serçe Parmak adlı oyununun düşünce özgürlüğü ile ilgili bir epizodunda Eşref, mahkum gazetecinin koğuşuna misafir oluyordu. Eşref ile ilgili bir oyun yazma fikrine ilk ürkek giriş bu sahneydi. 2008 yılına gelindiğinde ülke olarak yaşadıklarımız, dünyada yaşananlarla bir arada düşünüldüğünde bizim bir yeni “yumuşak faşizm”e doğru gittiğimizi gösteriyordu bize. İşte bu çağın zorba fotoğrafını bir tarihsel kişiliğin kılavuzluğunda anlama çabası olarak, Faruk Güvenç ile yaptığımız karşılıklı sohbetler sonrasında girişildi Heccav’a.
Bugün 2013’ün sonlarına doğru gelirken, hem dünyanın hem de ülkemizin fotoğrafı ne yazık ki oyunun yazıldığı zamanlardan daha da kötü. "Yeni totaliter" rejimin “haddinden ileri demokrasi” adı altında kendinden farklı tüm renkleri, fikirleri yok ederek, dünyamızı çorak bir toprağa, bizleri kendiyle meşgul insancıklara dönüştürme planı tüm hızıyla sürüyor. Sanki ülkemiz böyle de dünya çok mu farklı? "Savaş"tan ve "sömürü"den beslenen küresel düzen karşısında dünya halkları birbirinin yüzüne umutla bakıyor ve bir yerlerden bir kelebeğin havalanmasını bekliyor. Yakın zamanlara kadar despotizmden rahatsız olan insanların umutları da mecalleri de o kadar azdı ki... Bütün yaşantımız bir Kafka romanı gibiydi; her şey normal ama her şey korkunç.
Gezi'den sonra ise, "iyi" ile "kötü" arasında bir yarılma yaşanıyor. Ve bu yarılma, insanlığın tüm "iyi tarih"ini bünyesinde sahipleniyor. Eski yarılmalar kayboluyor ya da geçerliğini yitiriyor artık. Yapay sınırlar, kurgulanmış arzular, taraftarlıklar ya da düşmanlıklar değil insan olmaktan kaynaklanan bir sonsuz barış hali galebe çalıyor. Yemeği ve hayatı paylaşma, karşındakine saygı, ötekini anlama ve zulmeden/despot'un olmadığı kimsenin ızdırap çekmediği, insanca yaşadığı, insan'ın ve doğa'nın merkezde olduğu bir hayat tasavvuru.
Tarih, istesek de istemesek de "tekerrür"den ibaret olabiliyor. O yüzden "Eşref"in yaşadıkları ve maruz kaldıklarına dünyanın herhangi bir yerinde insanlar başka başka zamanlarda maruz kaldılar, kalıyorlar. Her dönemde farklı farklı biçimlerde kaynatılan ve tüm muhaliflerin, aydınların içine atıldığı cadı kazanlarını biliyoruz. Farklı dönemlerde farklı farklı farklı adlarla anılsa da, "Cadı Kazanı" insanlığa ve özgürlüğe karşı bir girişimdir. İnsanı ve insanın özgür iradesini hedef alır. İnsanı, halkı ve ülkesini işgal eder.
Oyunumuzda Eşref 1903'te de bugün de cadı kazanlarına karşı koyuyor. Gerçek bir aydın gibi, bedelini ödeyerek.
Soğuk savaş ve kara propaganda taktikleri despotların en vazgeçilmez enstrümanlarıdır. Bu enstrümanlara karşı tek güçlü silah ise mizahtır, gülmecedir. "Diktatörle savaşma, onunla alay et" derler ya, bütün hikaye anlatıcılarının hikayelerini despota, muktedire satmadıkları; "hikaye"nin ve "hikayeci"nin halkın ve haklının yanında olduğu bir ülkenin insanı hiçbir zaman yenilmez.
Bertolt Brecht “Ne mutludur ki o ülkelere kahramanlara ihtiyaç duymazlar” diyordu. Ben buna küçük bir katkı yapıyorum. “Biz mutsuzuz o zaman kahramanlara ihtiyacımız var.” İşte Şair Eşref, söylenemeyeni söyleyen, mizahın hicvin gücünü güçsüzden, hakikatten yana kullanan bir kahraman. Ve Şair Eşref gibi gerçeği haykıran kahramanlara belki de herkesin kahramanlaşmasına, insanlaşmasına, insan onuruna sahip çıkmasına ihtiyacımız var bugünlerde.
Heccav benim için tarihsel bir kişiliği günümüzün ruh haliyle harmanlayıp yazma denemesiydi. Hem tarihsel olana ve tarihsel kişiliğe, üsluba, dile dikkat hem de düşlemsel olanı bununla sorunsuz harmanlayabilmek oldukça zor bir işti. Heccav’ın 2009 yılından bu yana aldığı Ankara Sanat Kurumu En İyi Oyun Yazarı, Lions Asaf Çiyiltepe Özel Ödülü ve Karabağlar Belediyesi Mizaha Katkı Ödülü gibi üç ödül ve daha da önemlisi seyirci ile buluştuğunda aldığı alkış ve muzipçe gülümseyen seyirci yüzleri bu yolda harcadığım emeğin yerini bulduğunu kanıtlıyor.
Heccav'ın okur ve seyirci ailesi büyüdükçe, Şair Eşref'i tanıyan insanlar çoğaldıkça Eşref'in "iyi" ve "doğru"dan sapmayan kaleminin, engin ve kıvrak mizahının insanlarda nasıl da umudu ve sevinci yeşerttiğini de görüyorum. Tiyatro yapmak, kendine de insanlara da yaşama ve direnme gücü, umudu ve sevinci verme isteğiyse, sanıyorum ki Şair Eşref'in hikayesi bunu, seyirciyle birlikte eğlenerek başarabiliyor.
Yazı, Prof: Dr. Semih Çelenk'in "Heccav Yahut Şair Eşref'in Esrarengiz Macerası" yazısından alınmıştır.
Comments