top of page
Yazarın fotoğrafıSpil'in Çocukları

MS 2 yy'de Gördes Civarındaki Bir Salgın Hastalık ve Aynı Dönemde Yaşanan Büyük Antoninus Salgını

Antik Iulia Gordos (Gördes) kentinin yaklaşık 20km. kadar kuzeyinde ve Çiçekli ile Dutluca köyleri arasında yer alan mağaranın duvarlarından birinde Grekçe bir adak yazıtı yer almaktadır. 1878 yılından beri bilinen ve fotoğrafı ilk kez burada yayınlanan bu yazıt, maalesef defineciler tarafından önemli ölçüde tahrip edilmiş bulunmaktadır. Bilim adamlarının M.S. 2. yüzyıla tarihlediği bu yazıtın çevirisi şöyledir:


«Ben Flaccus, o korkunç hastalıktan hem vatanım hem de dostlarımla birlikte kurtulmamız için Tanrı’ya dua etmiştim. Ve (kurtulduğum için) ona teşekkür ederek bu adağı sunuyorum».



Çiçekli köyünde bulunmuş olan diğer bir yazıttan biliyoruz ki, antik devirde bu yörede Hyssa adında bir köy yer almaktaydı. Yine bu yazıta göre, Aurelia Ailia Phoibe adındaki varlıklı bir Romalı kadın M.S. 230 yılında burada bir hamam yaptırarak geleneksel tanrılara, imparator Severus Alexander’e ve Hyssa köyüne armağan etmişti.



Çiçekli ile Dutluca köyleri yakındaki mağara yazıtından anlaşılmaktadır ki, Flaccus adındaki bir köylü, yakınlarını ve vatanı olan Hyssa’yı tehdit eden bir “korkunç salgın (argaleos nousos)” nedeniyle bu kutsal mağaraya giderek Tanrı’ya (Asklepios ?) dua edip adaklarda bulunmuştu. Salgının sona ermesi üzerine Flaccus, bu mağaraya yeniden giderek vaat ettiği adağını yerine getirmişti. Yazıtın üzerinde açılmış olan küçük bir girinti (niş), Flaccus’un dua etmekle kalmayıp tanrıya armağanlar da sunduğunu göstermektedir.



Tıp tarihi araştırmacıları, M.S. 2. yüzyılda Gördes civarında yaşanan bir korkunç salgın’ı kaydeden bu adak yazıtını M.S. 165-180 yılları arasında tüm dünyayı saran büyük Antoninus Salgını ile ilişkilendirmektedirler. Bu doğruysa, Çiçekli ile Dutluca arasındaki mağara yazıtı, Antoninus Salgını’nın Kuzeydoğu Lydia’ya, yani Orta Gediz (Hermos) vadisine de sıçramış olduğunu gösteren birinci elden bir kanıt olarak kabul edilmelidir. Aslında Antoninus Salgını’nın bu bölgeye de sıçramış olduğu, bu yörede bulunmuş olan çok sayıdaki tarihli mezar taşı üzerinde yapılan istatistiklerden de anlaşılmaktadır. Buna göre, Antoninus Salgını’nın yaşandığı M.S. 165 ile 180 yılları arasında bölgedeki yıllık ölüm sayılarında olağanüstü artışlar meydana gelmişti.


Günümüze ulaşabilmiş bazı elyazması, yazıt, papyrus ve sikkelerin yardımı ile antik devirdeki bazı epidemik ya da pandemik hastalıklar hakkında bazı bilgiler edinmek mümkün olmaktadır. Grekçede loimos, phthora veya nosos; Latincede ise lues, pestis, pestilentia ya da plaga diye adlandırılan büyük salgınlardan biri M.Ö. 430-427 yılları arasında yaşanan Atina Salgını, diğeri de M.S. 165-180 yılları arasında tüm Ortadoğu ve Avrupa’yı kasıp kavuran Antoninus Salgını’dır.


Antik devrin en büyük felaketlerinden biri olarak bilinen Atina Salgını M.Ö. 430-427 arasında, yani Atinalılarla Spartalılar arasında çıkan ve 27 yıl süren Peloponnesos Savaşları’nın ilk yıllarında Atina’da yaşanmıştı. Bu salgına ilişkin tek kaynağımız, hem Peloponnesos savaşlarını hem de bu salgını bizzat yaşayan Atinalı ünlü tarihçi Thukydides’in bu savaşları konu alan eseridir. Kendisi de salgın hastalığa yakalanan ama iyileşen Thukydides’e göre bu hastalık ilk kez Ethiopia’da ortaya çıkmış ve oradan Mısır’a ve Yunanistan’a geçmişti. Salgın sırasında ölenlerin sayısını bilmiyoruz; ama Spartalılar Atina’yı kuşatınca, Atinalı ünlü devlet adamı Perikles’in kırsaldaki insanları da Atina kentine topladığı bir sırada yayılan bu salgında Atina nüfusunun çeyreğinden fazlasının, hatta belki de üçte birinin telef olduğu ileri sürülmekte ve ölenler arasında Perikles’in de bulunduğu bilinmektedir. Bu hastalığın Thukydides Sendromu diye adlandırılan belirtileri şunlardı: baş ağrısı, göz iltihabı, döküntü, ateş. kanlı öksürük, ağır mide krampları, kusma, kuru öğürme, huzursuzluk ve uykusuzluk (Thukydides, II. 47-51 ve 54). Günümüzde bu hastalığın ne olduğu konusunda bir görüş birliği olmamakla birlikte, bazı araştırmacılar Thukydides’in hastalarda görüldüğünü belirttiği kuru öğürme’nin (lygks kenē) olasılıkla bir Ebola Salgını’na işaret ettiğini ileri sürmektedirler.


Burada ayrıntılı olarak ele alacağımız ikinci büyük salgın felaketi ise M.S. 165-180 yılları arasında yaşanmıştı. Bu salgın ilk kez Roma imparatoru Lucius Verus’un kumandasında Parthia (İran) seferinde bulunan Roma ordusunda görülmüştü. M.S. 4. yüzyıl sonlarında kaleme alındığı düşünülen Historia Augusta (İmparatorların Tarihi) adlı biyografik eserin imparator Verus ile ilgili bölümünde bu salgının çıkışına ilişkin olarak şu açıklama yer almaktadır:


«Salgın ilk kez Babylonia’da ortaya çıktı. Bir asker buradaki Apollon tapınağında bulduğu altından bir sandığı (arcula aurea) tesadüfen açınca ortaya çıkan öldürücü bir gaz (spiritus pestilens) önce Parthia’ya (kuzeydoğu İran), oradan da tüm dünyaya yayıldı» (Historia Augusta, 8.1).


Ama M.S. 4. yüzyılda yaşayan tarihçi Ammianus Marcellinus’un yazdıklarına göre salgının başlangıcına ilişkin öykü biraz farklıdır:


«Verus’un birlikleri Seleukeia kentine saldırıp oradaki Tanrı Apollon Komaios’un bir heykelini dikili olduğu yerden almış ve Roma’ya göndermişler ve Roma’daki rahipler de bu heykeli Apollon Palatinus tapınağına dikmişlerdi. Seleukeia şehri yakılıp yıkıldıktan sonra Apollon Komaios tapınağını yağmalayan askerler burada bir tünel saptadılar. Değerli birşey bulma umuduyla bu tüneli genişletince bir Khaldaia (Keldani) büyüsü (a Chaldaeorum arcanis) ile kapatılmış bir tapım yerine (adytum) ulaştılar. İşte, Salgın ilk olarak oradan çıktı ve tedavisi mümkün olmayan bu öldürücü hastalık Lucius Verus ile Marcus Aurelius Antoninus’un yönetimi sırasında Persia’dan (İran) Rhenus (Ren nehri) ve Gallia’ya (Fransa) kadar her yere yayıldı ve ölüm getirdi» (XXIII.6.24).


Ertesi yıl Roma’ya dönmek üzere yola çıkan Roma ordusu bu hastalığı önce Anadolu’ya ve ardından Avrupa’ya taşıdı. Tüm imparatorluğu saran bu hastalık M.S.180 yılına kadar sürdü. Bu süreçte imparatorluğun nüfusunun %15 oranında azaldığı tahmin edilmektedir. Öte yandan, bu tarihten yaklaşık 10 yıl kadar sonra (M.S. 189) imparator Commodus döneminde İtalya’da ortaya çıkan ve aynı derecede yıkıcı olan bir bulaşıcı hastalığın da Antoninus Salgını’nın bir devamı olduğu düşünülmektedir. Nitekim, eserinin yalnızca Commodus dönemine ilişkin bölümü elimizde olan Bithynialı tarihçi Dio Cassius (M.S. 155-235), ikinci dalga salgını anlatırken “bunun o güne kadar gördüğü en büyük felaket olduğunu ve Roma’da her gün 2000 civarında insanın öldüğünü” belirtmektedir (72.14.3-4).


İmparator Marcus Aurelius’un tüm saltanat yıllarını kapsadığı için Büyük Salgın’a, bu imparatorun sülale adından (cognomen) dolayı Antoninus Salgını adı verilmektedir. Historia Augusta (İmparatorların Tarihi) adlı eserin Filozof Marcus Aurelius başlıklı bölümünde bu felaketin (pestilentia) neden olduğu yıkımdan söz edilirken “hastalıktan ölenlerin cesetlerinin yük arabaları ile taşındığı, ölen binlerce kişinin arasında çok sayıda üst düzey yöneticinin de bulunduğu ve imparatorun bunların en ünlüleri için heykeller diktirdiği” ifade edilmektedir (13.3-5). Ayrıca, M.S. 4. yüzyılın ünlü tarihçilerinden biri olan Eutrophius da, Breviarium Historiae Romanae (Kısa Roma Tarihi) adlı eserinde Büyük Salgın sırasında “çok sayıda sivil ve askerin toprağa verildiğini” yazmaktadır (VIII.12).


Roma tarihinde Antoninuslar soyundan gelen “Beş İyi İmparator”un sonuncusu olarak bilinen Marcus Aurelius’un saltanat yılları (161-180) imparatorlukta her alanda başgösteren bir duraklamanın ve gerilemenin başladığı dönem olarak kabul edilir. Kuşkusuz bunda Marcus Aurelius’un savurgan saray harcamaları, ordunun bitmek bilmeyen seferleri, M.S. 162 yılında Tiber nehrindeki büyük taşkın felaketinin hububat üretimine indirdiği büyük darbe ve bunu izleyen kıtlık vs. gibi faktörler büyük rol oynamıştı. Bu imparatorun dostluğunu kazanan Smyrnalı hatip Aelius Aristides, Büyük Salgın’dan önceki dönemde yaşanan “arka arkaya gelen depremlerden, Batı Anadolu sahil kentlerindeki kıtlıklardan ve kentleri etkileyen bazı önemli şanssızlıklardan” söz etmektedir. Aynı şekilde, M.S. 4. yüzyılda yazılmış olan ve imparatorların yaşamlarını konu alan Epitome de Caesaribus (İmparatorlar Hakkında Kitap) adlı anonym eserde, Marcus Aurelius döneminde Doğu ve Batıda çok sayıda savaşın çıktığı, kentlere büyük zararlar veren çok sayıda deprem (terrae motu) ve nehir taşkınlarının (inundationes fluminum) meydana geldiği, tarlaların çekirge istilalarına (locustarum agris infestae) uğradığı ve birçok salgın hastalığın (lues crebrae) yaşandığı ifade edilmektedir (16.3).


Ancak Marcus Aurelius döneminde ülkenin kötüye gidişini hazırlayan ve hızlandıran nedenlerin belki de en önemlisi, imparatorluk nüfusunun yarısına yakınının telef olması yol açan Antoninus Salgını idi. Bu dönemde imparatorluğun ekonomisi bozulmuş, imar faaliyetleri neredeyse durmuş ve sanat ve kültürde büyük bir gerileme başgöstermişti. Üstelik ekonomideki çöküş nedeniyle gelecek kaygısı taşıyan çoğu Romalı paniğe kapılarak mal ve para istifçiliğine yönelmişti. Nitekim Avrupa’da bulunmuş olan Roma definelerinin büyük bir çoğunluğu Marcus Aurelius dönemine ait olup Antoninus salgını ile ilişkilendirilmektedir.


İmparator Marcus Aurelius aynı zamanda önemli bir filozoftu. Onun kaleme aldığı Grekçe Ta eis heauton (Kendime Dair Düşünceler) başlıklı 12 kitaplık çalışma, antik devirde Stoik felsefe alanında yazılmış en son ve en çok okunmuş bir eserdi. M.S. 180 yılında, kimilerine göre salgın hastalıktan ölen bu bilge imparator, salgının yol açtığı kitlesel ölümlerden o kadar çok etkilenmişti ki, ölüm döşeğindeki son sözleri şunlar olmuştu: “Salgınla (pestilentia) ilgilenmek yerine niye benim için ağlaşıyorsunuz ?” (28.4).


Antoninus Salgını’nın diğer bir önemli tanığı da Pergamonlu ünlü hekim Claudius Galenus (M.S. 129-199) idi. Galenus, bu salgın boyunca hem çok sayıda Romalının tedavisini üstlenmiş ve hem de Beş İyi İmparator’dan üçünün (Lucius Verus, Marcus Aurelius ve Commodus) hekimliğini yapmıştı. Salgını en yakından ve yoğun bir şekilde yaşadığından dolayı bu felakete Galenus Salgını adı da verilmektedir.


Salgının Roma’ya ulaştığı M.S. 167 yılında Galenus’un anavatanı Pergamon’a döndüğünü biliyoruz. Kimi araştırmacılar onun bu salgın hastalığa yakalanmaktan korkup Roma’yı terkettiğini ileri sürmüş olsalar da, Galenus’un Roma’daki başarılarından dolayı kendisini çekemeyen bazı hasımlarından uzaklaşmaya ihtiyaç duymuş olması da mümkündür. Ancak M.S. 168 yılında hastalığın İtalya’nın kuzeydoğusunda bulunan Aquileia’daki üste konuşlanmış olan Roma birliklerine de bulaşması üzerine, tahtı paylaşan Marcus Aurelius ile Lucius Verus, Galenus’u Aquileia’ya çağırırlar. Bu arada Lucius Verus’un (salgın hastalıktan ?) ölümü üzerine tahtta tek başına kalan Marcus Aurelius, Marcomanni bir ayaklanmasını bastırmak üzere kuzey İtalya seferine çıkarken, Galenus Roma’da Saray Hekimliği görevine başlar.


Galenus, Antoninus Salgını’na ilişkin özgün bir eser yazmamıştır. Ama onun Methodus Medendi (Tedavi Yöntemi) adlı eserinde salgına yakalanan hastalarda görülen semptomlarla ilgili bazı gözlemler yer almaktadır (10.360, 367, non vidi). Günümüzün tıp tarihçilerinin büyük bir çoğunluğu, Galenus’un bu notlarından hareketle bu pandemik felaketin bir çiçek salgını olduğu fikrinde birleşmektedirler.


Galenus gibi, Antoninus Salgını’na tanıklık eden diğer ünlü bir kişi de, Mysia'daki Hadrianoutherai (Balıkesir) kentinde doğan ünlü hatip, düşünür ve devlet adamı Aelius Aristides’tir (M.S. 117-181). Varlıklı bir aileden gelen ve zamanın ünlü hocalarından dersler alan Aristides, yaşamını anayurdu Mysia’da, Pergamon’da ve pek sevdiği Smyrna’da geçirmişti. Onun Smyrna’nın hem merkezinde hem de varoşlarında bazı evleri olduğunu biliyoruz. Aristides aşırı derecede dindar bir kişi olup, genç yaşlardan itibaren yakalandığı romatizmal, sinirsel ve gastrolojik bazı kronik hastalıklarına çare ararken özellikle Pergamon’daki Asklepieion gibi dinsel şifa merkezlerini sıklıkla ziyaret ettiği ve adaklar sunduğu bilinmektedir. Örneğin, Aristides tanrı Asklepios’u yalnızca bir Şifa Tanrısı değil, aynı zamanda bir sophist ve hatip olarak kendisine rehberlik eden bir patron olarak görmekteydi. Onun Pergamon’da Galenus ile tanışıp görüştüğü tahmin edilse de, bu konuda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Ancak Galenus, Aristides’in kitaplarından bazılarını okumuş olmalı ki bir eserinde onun “zayıf bir bedeni ama asil bir ruhu olduğunu” yazmıştı. Ayrıca Galenus’un, Pergamon’da kendi hocası da olan ve Aristides’i tedavi eden Satyros adındaki Smyrnalı hekimden Aristides hakkında bilgi almış olması olasıdır.


Aristides’in en çok bilinen eseri olan Hieroi Logoi (Kutsal Sözler) 6 nutuktan oluşmakta ve bu nutuklarında daha çok yakalandığı hastalıklara şifa arayışını konu edinmektedir. Aristides’in, M.S. 177/178 yılında Smyrna’yı yerle bir eden büyük depremin ardından, kendisine ve fikirlerine değer veren filozof imparator Marcus Aurelius’la yazışarak kenti yeniden ayağa kaldırmasını sağladığı bilinmektedir. M.S. 181 yılında ölen Aristides, Antoninus Salgını’nın en yakın tanıklarından biridir. Hastalığın henüz Batı Anadolu’ya ulaştığı 165 yılında Smyrna’da bulunan Aristides, bir nutkunda bu felaketin Smyrna’daki yıkıcı boyutunu anlatırken kendisinin de salgın hastalığa yakalanmış olduğunu belirtir (Oratio 48.38):


«Yazın en yakıcı günlerini Smyrna’nın kenar semtlerinden birinde geçirdiğim bir sırada tüm komşularım bir bulaşıcı hastalığa yakalandılar. Önce iki ya da üç hizmetçim hastalandı, daha sonra da bir diğerleri. Sonunda genç-yaşlı herkes yatağa düştü. En son hastalanan kişi bendim. Şehir merkezinden gelen hekimler yakınlarına bile hastabakıcılık yaptırdılar. Hatta benimle ilgilenen hekimler de birer hizmetçi gibi çalıştılar. Bu arada hayvanlar da hastalanmıştı. Hastalardan herhangi biri yürümeye kalksa kapıya bile varamadan düşüp ölüyordu. Her yere bir umutsuzluk, feryat, inilti ve çözümsüzlük hakimdi. Şehir merkezinde de aynı korkunç hastalık hüküm sürmekteydi».


Eserlerinde Antoninus Salgını’na ilişkin bilgiler veren çok sayıdaki antik yazarın yanısıra, hastalığın Batı Anadolu’daki yayılım alanı ve yaptığı tahribat konusunda önemli ipuçları içeren bazı Grekçe yazıtlar da bilinmektedir. Bu yazıtların en önemli şunlardır:


İzmir’de bulunmuş ve (kimine göre ünlü hatip Aristides tarafından ?) Nehir Tanrısı Meles’e (Halkapınar Çayı) sunulmuş olan bir ilâhi,

Klaroslu Tanrı Apollon’un, Turgutlu yakınındaki Kaisareia Troketta, Pergamon ve Kallipolis (Gelibolu) kentlerinde görülen salgın hastalıklar hakkındaki üç ayrı kehaneti,


Aizanoi’da (Çavdarhisar) bulunan ve salgın sırasında ölen biri için yazılmış olan şu mezar şiiri:


«Menogenes idi adım, ata binmede eşsiz

Salgın bulutu gelip çatınca kaldım çaresiz».

KISA KAYNAKÇA:

Birley, A., Marcus Aurelius. A Biography (2001)

Broux, Y. – Clarysse, W., “Two Greek Funerary Stelae from Lydia and the Antonine Plague”, Tyche 24 (2009) , s. 29-31

Byrne, J.P. (ed.), Encyclopedia of Pestilence, Pandemics and Plagues, (2008)

Duncan – Jones, R. P., “The impact of the Antonine Plague”, Journal of Roman Archaeology (JRA) 9, 1996, s. 115ff.

Gilliam, F., “The Plague under Marcus Aurelius”, The American Journal of Philology (AJP) 73 (1961), s. 225-251 (= Roman Army Papers II, s. 225-251)

Harris, W.V. and Holmes, B. (eds.), Aelius Aristides between Greece, Rome, and the Gods (2008)

Israelowich, I., Sacred Tales of Aelius Aristides (2012)

Littman, R.T. – Littman, M.L., “Galen and the Antonine Plague”, The Americam Journal of Philology (AJP) 94 (1973), s. 243-255

Merkelbach, R. – Stauber. J., Steinepigramme aus dem griechischen Osten 1–5, 1998 – 2004

Tituli Asiae Minoris (TAM), V, 1–2


Comentarios


bottom of page